TARİHİMİZE
SORULAR (3)
Engin ERKİNER
Sosyalist ekonominin işleyişiyle ilgili ilk tartışmalar
SSCB’de başlamakla birlikte, bu konudaki asıl gelişme Orta Avrupa
ülkelerinde, Demokratik Almanya Cumhuriyeti, Çekoslovakya ve
Macaristan’da görüldü. DAC, sosyalizmin gelişmiş sanayi
kapitalizmi temelinde kurulduğu bir ülkeydi. Çekoslovakya’nın
gelişmişlik düzeyi biraz daha geri olmakla birlikte, orada da
benzer bir durum söz konusuydu. Bu ülkeler, SSCB’nin aksine, Aydınlanma
dönemini ve kapitalist kuruluşu sosyalist kuruluştan önce yaşamış
ülkelerdi. Sosyalist kuruluş döneminde SSCB için varolan sorunların
bir bölümü bu ülkeler için söz konusu değildi. Örneğin tarımda
feodal yapının ortadan kaldırılması gerekmiyordu, böyle bir yapı
zaten yoktu. Nüfusun büyük çoğunluğu zaten okuma-yazma
biliyordu. Bunlar aynı zamanda sosyalizm öncesinde parlamenter
demokrasi deneyimine sahip olan ülkelerdi.
Sosyalist ekonominin işleyiş sorunlarıyla ilgili tartışma,
bu ülkeler için aynı zamanda, “SSCB’deki ile bizdeki sosyalizm
arasında ne gibi farklar bulunmaktadır?” tartışmasıydı. Bu
tartışmanın özellikle DAC’de yoğunlaşması rastlantı değildir.
DAC, bütün sosyalist ülkeler arasında ekonomik olarak en gelişmiş
ülkeydi.
Sosyalizm, en azından iki ülkede, DAC ve Çekoslovakya’da,
gelişmiş kapitalizm temelinde kurulma deneyimini de yaşamıştır.
DAC İstatistik Enstitüsü Başkanı ve ekonomi profesörü
Fritz Behrens 1962 yılında önemli bir saptamada bulunarak bu ülkedeki
tartışmaya yeni bir boyut getirdi: Üretim araçlarında kamu mülkiyeti
işleyen bir sosyalist ekonomi için yeterli değildir. Behrens,
merkezi planlamanın gevşetilmesini,üretim birimlerine daha fazla özerklik
verilmesini ve sosyalist piyasa ekonomisini savunuyordu.
İşine son verildi. Üniversitede ders vermesi yasaklandı.
Sonraki yıllarda kitaplarını bile bastıramayacaktı. DAC’nin ve
sosyalist blokun dağılmasını görecek kadar yaşadı. 1992’de ölümünden
kısa süre önce yayınlanan kitabı, “Ich habe einige Dogmen
angetastet” (Batı Dogmalara Dokundum) başlığını taşıyordu.
Behrens’in 1962’deki saptaması önemliydi. Marx-Engels,
Komünist Manifesto’da “komünistlerin ayırdedici özelliğinin
üretim araçlarında özel mülkiyetin kaldırılması” olduğunu söylerler.
Behrens’in saptaması kendisinin o yıllarda görebildiğinden daha
büyük bir önem taşıyordu. Üretim araçlarında özel mülkiyetin
bulunmadığı toplumlarda sosyalizmin çözülmesi ve kapitalizme hızlı
geçiş, bu önlemin çağdaş kapitalizmden kopmak için gerekli ama
yeterli olmadığını gösteriyordu. Üretim araçlarında özel mülkiyetin
kaldırılmasının 19. yüzyıl kapitalizmi ile, 20. yüzyılın
ikinci yarısındaki kapitalizm açısından anlamları farklıydı.
Behrens bunu sadece sosyalist ekonominin işlerliği açısından
ele alıyordu.
SSCB’deki katı merkeziyetçi sosyalist planlama
Avrupa’daki sosyalist ülkelerde de uygulanıyordu. Her alandaki üretim
ayrıntılı olarak planlanıyordu. Bir toplumda üretimin ayrıntılı
planlaması, tüketimin de bu düzeyde planlanması anlamına gelir.
İnsanların neyi ne kadar tüketecekleri planlanıp, önlerine
getiriliyordu.
Sosyalist ekonomilerde koşullar sonucu ağır sanayiye öncelik
verildiği ve tüketim malları sektörünün ihmal edildiği söylenir.
Doğrudur. Ne ki, bu planlama anlayışıyla kitlenin isteklerinin tüketim
malları üreten sektöre yansıtılması mümkün değildir. Planlar
beşer yıllık yapılmaktadır. Daha kısa vadeli yapılsalar ve
duruma göre düzeltme payları bırakılsa bile, sosyalist planlamanın
en büyük sorunu, kitlenin isteklerinin planı yapanların bilgisi
dahilinde olmamasıdır. Tüketim malları üretiminin herhangi bir
alanında tek tip mal üretildiğinde –örneğin tek tip ayakkabı
ya da buzdolabı- kitlenin ne istediği zaten önemli değildir.
Birden fazla çeşit üretildiğinde ise, hangi çeşit malın daha çok
tercih edildiğinin bilgisi planlama yapanlara oldukça geç ulaşmaktadır.
Bu bir haberleşme sorunu değildir. Zira filanca çeşit tüketim
malının daha fazla tercih edilmesi, o malın daha fazla üretimi için
üretim malları ve hammadde üretiminde de belirli değişiklikleri
gerekli kılar. Bu ise katı merkezi planlamada oldukça geç gerçekleşebilecek
bir değişimdir. Her şey önceden planlanmıştır ve bir konudaki
az çok önemli bir değişiklik, planlamanın tümünde değişikliklere
yol açar. Her konuda ayrıntılı olarak yapılmış böyle bir planın
bir tarafını iyileştirirken başka bir tarafını kötüleştirmek
her zaman mümkündür.
Çıkış yolu, üretim birimlerine daha fazla planlama ve
karar verme yetkisi vermek ve merkezi planlamanın gevşetilmesidir.
Bu ise, bütün yetkileri kendisinde toplamış politik nomenklaturanın
konumunun zayıflamasını getirir.
Behrens’in
partinin öncü rolünü yeterince dikkate almamakla suçlanması bu
nedenledir. O, bu değişimlerin ancak parti öncülüğünde gerçekleşebileceğini
vurgulamamıştır. Zaten katı merkeziyetçi bir ekonomik planlamanın
bulunmadığı bir toplumda, toplumun bütün alanlarında öncü
olan, otoritesi mutlak bir parti de bulunamaz.