Emekçilerin 
Kurtuluşu
Kendi
Eserleri
Olacaktır.

                 
K. MARKS

 

 

BİR YAZKO VARDI

Erol TOY

(Anlatı  : 6) 

YAZKO EDEBİYAT

Dergi, düşünle edebiyatın hiçbir zaman ve koşulda vazgeçemediği bir ilk basamaktır. Hemen her düşünür, ozan ve yazar ilk ürünlerini dergilerde yayınlamış... Fikir, düşünce ve sanatını tanımlama, adını tanıtma fırsatını dergilerde bulmuştur.

Hiç tartışmasız denilebilir ki dergiler, -Ama, Amerikan yayıncılığının dayattığı, cicili bicili… Bol ilânlı… Bol ödenekli endüstriyel iş bültenleri değil… Bilim ve kültür dergileri,- fikir, düşünce ve sanatın Hyde Park’taki “Speaker Corner”leri… Bir başka deyişle gerçek ve kalıcı özgürlük alanlarıdır.

Bu yüzden pek çok klâsiğin gençliğinde, aynı sabıkanın izleri görülür.

Varolan dergilerde yer bulamayan ilk ürünler için, birleştirilen cep harçlıklarıyla birkaç sayı çıkabilen o dergiler, yeni fikirlerle, yeni isimlerin kazanılmasını sağlamış... O cesareti gösterenlerin hemen hepsi de, çok sonraları, çok başka etkenlerle olsa bile cep harçlıklarını kalıcılığa harcamanın ilk bilgeliğine ilk gençliklerinde ermiştir.

Elbette gençlik bütün bir hayata meydan okumadır.

Eğitim öğrenimin temel amacı bu meydan okumayı geçerli toplum kurallarının itici gücü kılmalıdır. Yoksa toplum hiçbir zaman kendi kabuğunun dışına çıkamaz. Oysa insanlığın çağları ardardına dizmesi, her zaman kişilerin önce kendi –Brecht’in “Kafkas tebeşir dairesi,” Türkçenin bin yıllık güzelim benzetmesi,- “yezidi çemberini” aşması... O pek zahmetli ve çoğun başarısız girişim için de yeni fikirler, yeni teknikler üretmesi... Sonra da bunların benimsenerek toplumların kısır döngüsünü kırmasıyla mümkün olmuştur.

Bu yüzden her meydan okuma aynı zamanda genelgeçer kural ve kuramlara bir başkaldırıdır. Bunun en kolay açıklanabileceği alan da, bilim ve sanat alanıdır.

Gelenek, görenek, töre, tüze, alışkanlık ve inanç zincirlerinin koparılması... Yasa, kural, kuram ya da çevresel baskı tabularının aşılması... Kişinin kendi iç dünyası da içinde her alanın, her tapınağındaki putların kırılması, ancak yeni fikirlerin açıklanması... Yeni düşüncelerin gelişmesi... Ve yaygınlaşmasıyla sağlanabilir.

İşte o türden de olsa dergiler, gençliğin isyanıyla meydan okumasını, yazının çelik harflerine döker... En az sayı çıkan, en az okunmuş bir dergi dahi, düşünce zırhlarını bir topuz darbesiyle dağıtamasa bile, bir ince çiziğin tırnağı olmayı başarır.  

O ana değin kooperatife katılan üyelerin, hiçbir yan desteğe gereksinimi yoktu.

Ama YAZKO, birlik ve dayanışma örneği olarak henüz çatlayan bir tohumdu.

Ve daha düşünülür düşünülmez gördüğü ilgi, gölgesiyle geleceği kapsayan bir çınar olacağının ipuçlarıyla doluydu. Aylık bir dergi hem onu, daha yaygın hale getirir. Hem sıralamada zorluk çekilen yayınların tanıtımını sağlar... Hem geleceğin bilim, kültür ve sanat ormanını oluşturacak taze fidanlara cansuyu verebilirdi.

Üstelik aydan aya da olsa sağlayacağı nakit akışıyla, kooperatifi rahatlatırdı. Çünkü gazete ve dergiler dışındaki yayın dünyasının özellikle pazar ilişkisi neredeyse tümüyle vadeliydi. Telif, tahsisli kâğıt, ücret ve kitabın son evresi cilt işinde ise senet geçmiyordu. Doğası gereği kooperatifin her işleminin açık, kayıtlı ve yasal olması zorunluydu. Ve zorunluluk pek çok yayıncının neredeyse sürekli başvurduğu tefeci ilişkileriyle senet kırdırma olanağını ortadan kaldırıyordu.

Kooperatif bir açmazla karşı karşıyaydı. Yayınların satışı arttıkça, elde bol senet birikiyor... Ama nakit açığı büyüdükçe büyüyordu.

Okunurluk koşuluyla süreli yayınları çekici kılan en geçerli etkenlerden biri de yayınevlerinin karabasanı nakit akışıydı. Dönencesi dolup da, yenisi verilirken, bayi elinde kalanın iadesiyle birlikte hesap görülür... Satışın indirimden artanı, okurun o yayını istemesiyle zaten önceden alındığı için anında nakit olarak ödenirdi.

Buna bir de fikir ve düşüncelerin açıklaması. Kültür ve sanat sorunlarının enine boyuna irdelenmesi. Öncü savların tartışılması. İlk ürünlerini yayınlayarak yeni değerlere fırsat tanınması. Kooperatif yayınlarının reklâmı. Hatta diğer kuruluşların kültür ve sanat etkinliklerinin ilânından elde edilen yan gelirler de eklenince, her işletme için iştah kabartması doğaldı.

Üstelik zamanı da denk düşüyordu.

 

DERGİNİN ŞANSI

 

Kültür ve sanatımızın seçkin ve etkin prizmalarından Memet Fuat (Bengü), tam o günlerde boştaydı. Nazım’ın “Piraye Pirayende”siyle, Vedat Örfî Bengü’nün iki çocuğundan biriydi. Dört yaşında tanıdığı büyük ozanla ancak 9 yaşında baba oğul ilişkisine girebilmiş… Adına yazılan şiirleri gizli okuma zorunluluğuyla okul yıllarında tanışmış... Büyük bir aşkla, hüsranına ilk gençliğinde tanık olmuş… Has sanatla sanatçının bütün gelgitlerini gençliğinin hamurunda yoğurabilmişti.

Hem Altunizâde ailesinin son kuşağı, hem iyi bir aktörün oğlu, hem büyük bir ozanın oğulluğu olarak, mayasındaki Doğu-Batı bileşimini, İngiliz dili ve edebiyatı eğitimiyle cilâlamış… Gençlik öykülerinden sonra, kültür ve sanatın en zor, en yalnız dalı, eleştiriyi seçmişti. Çünkü gerçek eleştiri, bazen herhangi bir ürünün ortaya çıkışından çok daha fazla bilgi, birikim ve emek isteyebilir. Çağında anlaşılması zor, - Einstein’i ilk evrede 6, Kafka’yı yayıncısı dışında kimsenin anlamadığı…Daha ömrü dolmadan yapıtlarının ölümünü gören pek çok fersude debdebe içinde yaşarken, yüzyılların kulağını çınlatan yapıtların sahibi Mozart yokluk içinde, Balzac sığıntıyken ölmüş… Değeri ölümünden çok sonra anlaşılan Standhal, Gauquin, Van Gogh ve benzerleri düşünülürse eleştirinin önemi kendiliğinden anlaşılır. Ama bu bağlamda, bir bilim ya da sanat değerini, önyargısız çözümleme hüneri diyebileceğimiz gerçek ve gerçekçi eleştirinin, aynı zamanda yitirilen dostlarla zararı kazancından çok fazla bir sanat olduğu da açıktır.  

 Memed Fuat, birikimini başka alanlarda, çok başka zenginliklerin kaynağı yapabilecekken, yaşamını kültür ve sanata adamış... Bir başka idealist Oktay Verel ve Tuna Baltacıoğlu’yla “Memleketimizde ve Dünyada Kitaplar”ı çıkarmıştı.

Gerek eleştiride, gerek uygulamada çok iyi özümsediği Batı sanatına benzeş yapıtlar kazandırma çabasından hiç ödün vermemiş… Hiç vazgeçmemişti. Eleştirinin kuramıyla eylemini birleştirerek genç yeteneklerin gelişmesini sağlamak amacıyla “de” Yayınevi kurmuş… 178 ay, “Yeni Dergi”yi yayınlamıştı.

Yokluklar sonunda, yıllardır büyük emek ve özveriyle sürdürdüğü yayınevinin sonunu getirmiş… Onu kapatmaya zorlamıştı. Böylesine birikimli bir değerin kültür yaşamından uzaklaşması hem düşünülemez, hem koşullar uygunsa izin verilemezdi.

Günümüz bencilliğinin, düşeni yiyen “kurt kanunu,” olasıdır ki, bu tür kaygıları kavrayamaz. Küresellik modasının acımasız koşullarında bir rakibin çekilmesine sevinileceğine, dayanışma çabasını hor görebilir. Ama düşeni yemenin sonunda türü tüketmesi bir yana... Güç yetişen değerlerin yalnızlık ve suskunluğa terkedilmesi, toplumun fikir, düşünce, bilim ve sanat damarlarının kesilmesi. Ülke geleceğinin “teşhir” zindanlarına tutukladığını günümüz ortamının en dar aklı bile kavrar. Ve onca birikimli insanın kurumlaştırmaya uğraştığı Yazko’nun, o dayanışma koşulları içinde, etkin bir değerin “uzlet köşesine” çekilmesine göz yummamasını anlar.

Olay duyulur duyulmaz, yönetim kurulu toplandı. Memet Fuat’ın hemen üyeliğe ve çıkarılması tasarlanan derginin yönetimine çağrılanması oybirliğiyle kararlaştırıldı. 

Daha ilk görüşme, ne kadar isabetli davranıldığını kanıtladı.

Memet Fuat tam bir içtenlikle kâğıt yokluğunun yayıncılığı iyice tıkadığını… Kâğıtçı, matbaa, mücellit, dağıtıcı arasındaki günlük koşmaca duraksayınca yılların tasarımı konuların öne çıktığını. Kısa sürede geçecek gibi görünmeyen durgunluğun onlarda yoğunlaşma fırsatı doğurduğunu... Bundan yararlanarak yayından bütünüyle çekilip zamanının tamamını yazıya vermeyi planladığını… Düşünü gerçekleştiremese bile, tükenen özgün yapıtlarının yeni basımları için zaten Yazko’ya üye olmayı istediğini... Ama henüz herşeyi yerli yerine oturtmadan gelen çağrıyla duygulandığını söyledikten sonra; “Şimdilik kendi tasarısını erteleyerek, en azından dergi verimli bir çizgiye oturuncaya, elinden geleni esirgemeyeceğini,” ekledi. Onun bu yanıtı, hem kurucuları sevindirdi, hem dergi fikrini ayaklarının üstüne oturtuverdi.

 

GÜVERCİN HAVALANIYOR

 

Bu içten destek, mavi üstündeki beyaz güvercinin, yepyeni ufuklara kanat çırpmasının da yelini oluşturdu. Dergi fikriyle birlikte gelişen olur, olmaz kaygılarıyla... Kim yapar, nasıl kotarılır sorularının sürekli bilinçaltına ittiği yeni dergilerle, yeni dizilerin gerçekleşmesi olasılığı görüldü. Yeni girişimlerin kapısı aralandı. Hiç zaman yitirmeden Yazko Edebiyat’ın yanına çocuk, gençlik, bilim ve sanat dizileriyle, ansiklopediler ve yardımcı ders kitapları eklemek üzere hazırlığa girişildi.

Bilim insanlarıyla, Çizer ve fotoğraf sanatçılarının üyelikleri gündeme geldi.

Onların ürünleri yoluyla yayın çeşidinin çoğaltılması... Değişik dal, konu ve alanlarda uzman dizi ve dergiler üzerinde düşünülmeye başlandı.

Bu açılım ve girişimlerin gerçekleşmesi, ister istemez ayrı yayın birimlerinin kurulmasını dayatıyor... Ona uygun uzman personelin alınması ise kaçınılmaz bir biçimde ayrı bir çalışma alanı gerektiriyordu. O ana kadar, her işin hem karar alıcısı, hem uygulayıcısı kurucu yönetim kurulu idi. Baskının bütün teknik edimlerini Ağaoğlu ile basımevinin yüklenmesi, uygulamayı kolaylaştırıyor... Matbaanın genişçe deposu zaten tez tükenen yayınlara... Küçük ofisi 6 kişilik yönetim kuruluna bol bol yetiyordu.

Ama yeni birimlerle, süreli de içinde değişik türdeki yayınlar ister istemez sürekli ve ücretli kadrolarla özel mekânlar gereksiniyordu. Her tür olanağından yararlanılan basımevi, böylesi çabuk ve çok genişleyen kooperatifi barındıramazdı. Salt özveri ile yürütülen işler, kısa sürede uzmanlık alanı haline gelmiş... Yalnız yer değil, amatör emek de yığılan yayın ve tasarlanan dizilere yetişmez olmuştu.

En azından süreli yayınlarla, kitapların birbirine karışmadan hazırlanacağı genişlikte bir yer bulunması... Dergi, dizi ve yayın işlerinde uzman personel alınması gerekiyordu. Bu da ister istemez, kira, ücret, yolluk ve ödenek, vergi, sigorta primi... Telefon, su, elektrik gibi zorunlu giderleri kapsayan yepyeni bir bütçe istiyordu.

Pek çok tasarıya gözünü kırpmadan onay veren kurucular kurulunun bir kararla, bütün bunları karşılaması zor değildi. Ancak o ana kadar hiç sözkonusu olmayan giderlerin gündeme gelmesi... Bütçeye konulacak her kalemin, ilk evrede kooperatif ortaklarının maliyet ve katılım payını artırması anlamı taşıyordu. Oysa her gün biraz daha artan üye sayısı, kurucuları çoktan azınlığa düşürmüştü. O durum da, kitapları eski koşullarla yayımlanan üyeleri, yeniler karşısında daha kârlı kılıyordu.

Her ne kadar yenilerin başvurusu sırasında bütün bu olasılıklar görüşülmüş... Hayallerin tamamı paylaşılmış... Yeni açılımlar için alınan ve alınacak kararların gerekliliği anlatılmış olursa olsun, kurucu saflığının bilinçaltında hem yenilere haksızlık edildiği... Hem çoğunluğa yepyeni koşullar dayatıldığı kaygısı uyandırmıştı. Üstelik, ardarda katılan yeni üyelerin üretimiyle, üstüste katlanan ilginin tükettiği kitapları gün günden biriktiriyor... Bu kez de, o ilk günlerin düzeni değiştirme kasıntısı, gün günden eğrilip bükülmeye başlıyordu.

Ortak üye, hangi kitabının yayınlanacağına yine kendi karar veriyor... Seçimine göre yönetime teslim ediyordu. Kurucularsa tüm çabalarına karşın, kimi yeniden basımlar...Kimi basılacakların son, kimi dergi ve dizilerin önhazırlığıyla uğraştığından, onu zamanında baskıya gönderemiyor... Üyeyle her karşılaşmada, mahcup mahcup lâf değiştirmenin yollarını arıyordu.

Sorunların toptan çözümü için kooperatifin bir an önce kurumlaşmasından başka yol görünmüyordu. O anlamda bir gelişme için de bütün olasılıkların bütün üyelerle tartışılacağı bir toplantı gerekliydi.

Onun en geçerli ve yasal yolu da, genel kuruldu.

 

İLK GENEL KURUL

 

Bu nedenle yönetim kurulunun Mayıs toplantısına diğer kurucular da çağrıldı. O gün İstanbul’da olup da gelebilenlerin katılımıyla yapılan toplantının ilk evresi olağan işlere ayrıldı. Tükenen kitapların yeni basımları sıralandı.

Yaşar Miraç’ın “Şiirler”i... Bertan Onaran’ın Zola’dan çevirdiği “Germinal...” Afşar Timuçin’in, “Gece Gelen Eski Dost”u... Adnan Özyalçıner’in “Gözleri Bağlı Adam ve Yağma”sı yayın listesine... Erdal Alova, İlhan Berk, Recep Bilginer, Demirtaş Ceyhun, Ümit Kaftancıoğlu, Yaşar Miraç ve Mehmet Özgül kooperatif üyeliğine alındıktan sonra, genel durum değerlendirilmesine geçildi. 

Dört ayda, üye sayısı kırka dayanmıştı. Duyumlar, Eylüle varmadan yüzü çok aşacağını gösteriyordu. Kuruluştan o güne yeniden basımlarla birlikte yirmi kitap yayınlanmış... Daha şimdiden bekleyen yeni yapıt yayınlananı aşmış... Basılanların kısa sürede tükenmesi, hem yer hem iş olarak matbaayı... Satışın büyük bölümünün senetle karşılanmasının dayattığı nakit açığı kooperatifi zorlamaya başlamıştı.

O ana kadar yeni üyelerin katılım paylarıyla karşılanan bu açık, üye ve basılacak kitap arttıkça büyümüş ve üye katkısıyla karşılanamaz duruma gelmişti. Nakde dayalı giderler için bir an önce karşılık bulunmazsa, senetler tahsil edilinceye yayına ara vermekten başka çare kalmıyordu. Bu da hem kuruluş amacına, hem varlık nedenine aykırı bir çözüm olurdu.

Nakit akışında herkesin aklına ilk gelen dergi olmuş. Girişim başlatılmıştı. Memet Fuat dergi yönetimini coşkuyla üstlenmiş. Umulduğundan bile çabuk yayın hazırlığına girişmişti. Tasarlanan çeviri, felsefe, çocuk ve gençlik gibi süreli yayınlar için de, bağlantı kurulan herkesten olumlu yanıt alınmıştı. Bütün bunların devreye girmesi, şimdiden dar gelmeye başlayan matbaayı daha fazla zorlamadan genişçe bir mekâna bağlıydı.

Kesintisiz süren üye akışını bir yerde dondurmak amaca... Kendini kanıtlamış bir yazarı savsamak ilkelere aykırıydı. Üstelik okur ilgisi bütün düşleri hayra yoruyor... Böylesine çakışmaların genişlettiği iş hacmi, yepyeni adımlar atılmasını, akçası yüklü kararların alınmasını gerektiriyordu. Onların yeni eski bütün üyelerin katıldığı bir genel kuruldan geçmesi. Onun seçim ve onayını almış bir yönetim kurulunca yapılması çok daha iyi olurdu. Herkesin birleştiği görüş, hemen deftere işlendi. Ve Genel Kurul 14 Haziran 1980, çoğunluk olmazsa 18 Haziranda toplantıya çağrıldı.

 

NÖBET DEĞİŞİMİ

  

Kurucuların kooperatifle çıkar ilişkisi kitaplarının basımından ibaretti. Bunun için de kendi işlerini sürdürmeliydiler. İçlerinde çıkar ilişkisi kendi işiyle bağdaşan bir tek Mustafa Kemal Ağaoğlu vardı. O da zaten hem başkan seçilmiş... Hem müdür atanmıştı. Yönetim kurulunun öteki üyelerinin ödevi hizmet ve yükümlülükten başka bir anlam taşımıyordu. İşlerin yoğunlaşması, kendi işlerini aksatır hale gelmişti.

Mektup yazan bile bilir.

Yazı, kuma kabûl etmez bir sevgilidir.

Kişi zihninin bütün çağrışımlarıyla yoğunlaşmadıkça, okunabilir bir dize ya da dizge oluşturamaz. Çünkü yazanın tek araç ve gereci, ekleyebildiğinin dışında herhangi bir sözlükteki sözcüklerden ibarettir. Bunları, okuyanın zihninde çağrışım kıvılcımları çaktırarak duygularını uyaracak ustalıkla yerleştiremezse yazın deryasına tek damla katkıda bulunamaz. O zaman da, güncel gümbürtüsü ne olursa olsun, kuru gürültüden öteye geçemez.

Güncel saltanat meraklıları tarihe… Toplumsal, siyasal, ekinsel tarihe akıl gözüyle bakabilse, çöplüğündeki nice tiranın leşiyle burnunun direği kırılır. Gününde horlanmış, cezalandırılmış, unutturulmuş nice değerin de o tarihi kardelen tarlasına çevirdiğini görür. Bu yüzden has yazıcı için, okunabilir tek dize ya da dizge dünyanın bütün saltanatlarına da, özveri ve cefalarına da değer.

YAZKO’yu kuranlarla, katılanlar bu bilinçte insanlardı.

Hepsi asıl işi bildiği yazıyı geliştirmek amacındaydı. Yoğun hizmet yükümünün onu engelleyeceğini duyar duymaz isteyene izin verdiler.

 Anlatıcı 1980 Mayıs’ında “Zoroyunu”nun beşinci ve son yazımını da bitirmiş. Yayın hazırlığına başlamıştı. Kooperatif salt Ağaoğlu basımevinde öncelikli değildi. Daha önce anlatıldığı üzere, kurucuların her birinin göz ve gönlünde de aynı önceliğe sahipti. Onun girişimlerini engelleyecek her davranıştan dikkat ve titizlikle kaçınmak kuruculuktan öte eşit ortak ödevleriydi.

Bunların başında da alınmış ilke kararlarını zorlamamak geliyordu.

O evrede YAZKO henüz kitap hacminde 10 formayı aşamıyordu. Yeni de olsa, yaklaşık 40 formalık bir kitabı dayatmak hem ilke kararlarını zorlar. Hem okunma değeri ne olursa olsun kurucu yönetim kurulu üyelerinden birinin ürünü olduğundan diğer üyeleri incitirdi. Bu nedenle YAZKO’ya sunulması düşünülemezdi. Üstelik Ağaoğlu Basımevinin üye kitaplarına yetişemediği herkesçe biliniyordu. Eder karşılığı olsa bile, arasına girmek, birkaç üye kitabının ertelenmesine neden olacaktı.

Kuruculuk özgeçisi yayın konforu yerine, uğraşı dayattı.

Zaten Kooperatif de yeni üyelerle uygun yapıt açısından çok zenginlemiş... Yaklaşık iki yıllık yayına yetecek birikime kavuşmuştu. Ağaoğlu’nun da anlayışıyla “Zoroyunu” bir başka basımevinin yolunu tutacaktı. Zamanlaması da iyiydi. Hem yayın çok azalmış... Hem o az yayını yapan yayınevleri yaz tatiline girmişti. Matbaalar geleneksel olarak Temmuz Ağustos aylarında boş kalırdı. O yıl ise, yayın gözlüyor, fiyatlarını düşürdükçe düşürüyorlardı.

Romanı Eylüle yetiştirmek yoğun emek ve çaba istemiyordu.

Bekir Yıldız “Mahşerin İnsanları”yla “Aile Savaşları”na çalışacak... Pınar Kür, “Asılacak Kadın”ın başarısını pekiştirmek amacıyla, “Bir Deli Ağaç”ta yoğunlaşacaktı.

Üç üyenin “mazereti” kurulun çalışma yoğunluğunu bilenler için geçerliydi.

Ama, paylaşılamayan başarılarla, üstlenilemeyen hüsranların pek çok iyi niyetli kurucuyu kısa sürede birbirine düşürdüğünü… Her türden kurumlaşmadaki en büyük açmazın da bu olduğunu bilen pek çok yeni üyenin merak ve kaygısını gidermek… Yeni yönetimde görev üstlenmemenin herhangi bir kırgınlık ya da alınganlıktan değil… Kendi işlerine gerektiğince yoğunlaşamamaya dayanmadığını anlatmak, en çok da aday olmayanlara düştü.


Sürecek

 

 

sayfa başına dön